On Beşinci Yüzyılda İyi Ölme Sanatı: Ars Moriendi
Ağaç baskı tekniği, 14. yüzyıldan itibaren Avrupa’da kullanılmaya başlanmış ve ağırlıklı olarak dini imgelerin basımında kullanılmış bir tekniktir. 15. yüzyıl ortalarında kitap basımında da kullanılan bu teknikle, metin ve görseller aynı ağaç kalıba oyulup tek seferde basılmış ve elde edilen sayfalar ikiye katlanıp kitap haline getirilmiştir. Avrupa’da bu teknikle basılan kitaplar, metin ve görsellerin birlikte oyulduğu kalıplardan basıldığı için kalıp baskı kitap (block-book) veya ksilografika (xylographica) olarak adlandırılır.
Bu teknikle 30 civarında farklı temada eser basılmıştır ve günümüzde bilinen yaklaşık yüz adet kalıp baskı kitap edisyonunun büyük bir çoğunluğu Hollanda ve Almanya kökenlidir (Aldis, 1941:2). İlk kalıp baskı kitap örnekleri, su bazlı mürekkeple basıldıkları için kağıdın tek bir yüzüne baskı alınabilmiştir. Mekanik pres kullanılmadan, kağıdın arkasına bir gereçle baskı uygulanarak transfer işlemi tamamlanmış ve ikiye katlanan kağıtlar daha sonra dikilerek kitap haline getirilmiştir. Daha sonraki uygulamalarda yağ bazlı mürekkep ve baskı presi kullanılmaya başlanmış, dolayısıyla kağıdın her iki yüzeyine baskı alınabilmiştir.
Kalıp baskı kitaplar dini rehber niteliği taşımaktadır. “Tamamen görseller ve metinler yoluyla Hristiyanlık inancını yaymayı ve İncil’deki sahneleri yorumlamayı amaçlamıştır” (Wilson-Wilson, 1985: 89). Ağırlıklı olarak resimlerin ön planda olduğu, yazıların ise sadece büyük puntolu ve kısa başlıklar olarak yazıldığı kitaplar basılmıştır. Metinlerin sonradan el yazısıyla yazıldığı veya metal harflerle basıldığı kalıp baskı kitap örnekleri de mevcuttur (Hind, 1963:214). Nerede ve kim tarafından basıldıklarına dair herhangi bir bilgi veya not içermedikleri için bu kitapların çok azı tarihlendirilebilmiştir (Wilson-Wilson, 1985:89). Biblia Pauperum (Resim 1), Ars Moriendi, Ars Memorandi, Canticum Canticorum ve Apocalypse (Resim 2), 15. yüzyılda Avrupa’da basılan ve en çok satan kalıp baskı kitaplar arasında yer alır.
Kalıp baskı kitaplar, daha önce yalnızca el yazması veya ferman olarak var olan eserleri daha geniş bir kitleye ulaştırmıştır. “Basılan eserlerin çoğunda hem metinlerin hem de görsellerin geleneksel olduğu dikkat çeker; resimler genellikle renklendirilmiş el yazmalarından ya da başka dini resimlerden kopyalanmış veya esinlenilmiştir” (Cohen, 1977:172). Resimlerin metinler kadar önemli olduğu bu kitaplar, okuma-yazma bilmeyen veya az bilen insanlar tarafından dahi anlaşılabilmiştir. “Okuyamayanlar, en azından resimlere bakarak konuyu kavrayabilmiştir. Temel düzeyde okuma bilgisine sahip insanlar ise hem anadilde yazıldığı hem de sayfanın hemen yanında tasvir edildiği için metinleri daha kolay şekilde takip edebilmiştir” (Febvre-Martin, 1997:47).
Kalıp baskı kitaplar genellikle ölüme hazırlık, İncil vb. konularda tavsiyeler ve nasihatler veren rehber kitapları veya el kitapları niteliği taşırlar. Ars Moriendi, 15. yüzyılın en popüler kalıp baskı kitapları arasında yer alır. Günümüze kadar ulaşmış kalıp baskı kitapların yaklaşık yüzde 20’sinin Ars Moriendi’nin kopyaları olması, o dönemdeki popülaritesini çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır (aktaran; Verhey, 2011:87).
Yaşamın en son dakikalarını konu eden Ars Moriendi metinleri, Katolik inancına mensup kişilere, ölmekte olan kişinin yanında bir rahip bulunmadığı durumlarda, adım adım kılavuzluk eden el kitaplarıdır ve iyi bir Hristiyan'ın nasıl öleceğini anlatan dini nasihatler içerir.
Ars Moriendi yazınını detaylı bir şekilde ele almadan evvel 14. ve 15. yüzyıl Avrupa'sına umutsuzluk ve ölümden başka bir şey getirmeyen veba salgınına ve ölüm kavramı üzerindeki etkilerine dair bir perspektif sunmak ve Ars Moriendi yazınının hangi şartlar altında ortaya çıktığını incelemek gerekir.
BÜYÜK VEBA SALGINI VE ON BEŞİNCİ YÜZYILDA ÖLÜM KAVRAMI
Deriyi koyu mor renge çevirdiği için Kara Veba (veya Kara Ölüm) olarak da bilinen veba salgını, 1348-1350 yıllarında başlayarak Avrupa’yı etkisi altına almış ve Avrupa nüfusunun %30-%60’ının yani 20 milyon insanın ölümüne yol açmıştır (Alchon, 2003:21). Salgın, Avrupa’da patlak vermesinin ardından, 15. yüzyıl boyunca ve 18. yüzyıla kadar da belli aralıklarla tehditkar varlığını sürdürmüştür (Verhey, 2011:80; Dugdale, 2015:6). Hastalık, ilk semptomlarının ortaya çıkmasıyla birlikte, bir haftadan kısa sürede hastanın ölümüne neden olmuştur. Vebanın yıkıcı etkisi sonucu ölü sayısı büyük bir hızla artış göstermiş ve hayatta kalanlar, yakınlarının cenazeleriyle ilgilenmekte ve uygun bir defin işlemi gerçekleştirmekte zorluk çekmiştir. 14. yüzyılda yaşamış bir vakanüvis olan Sienalı Agnolo di Tura, Kara Veba’nın şehrindeki etkisine ilişkin şunları kaydetmiştir:
Siena’da ölümler Mayıs 1348’de başladı . . . Acımasızlığını ve zulmünü anlatmaya nereden başlayacağımı bilmiyorum. Herkes böylesi bir acı karşısında sersemlemiş gibiydi . . . Hastalığa yakalananlar kısa sürede ölüyordu. Koltukaltları ve kasıkları şişiyor ve konuşurken yere yığılıyorlardı. . . Ölüleri para ya da dostluk için gömecek hiç kimse bulunamıyordu. Aile bireyleri yapabileceklerinin en iyisini yapıp cenazelerini bir hendeğe götürüyordu, rahip ya da başka bir dini yetkili olmadan ya da cenaze çanı çalmadan. Siena’nın pek çok bölgesinde kazınan büyük hendekler yığınla ölüyle doluydu. Gece gündüz durmaksızın yüzlerce insan öldü ve bu hendeklere atılıp üzerleri toprakla örtüldü. Dolar dolmaz, daha fazlası kazılıyordu. Ve ben, Agnolo di Tura, beş çocuğumu kendi ellerimle gömdüm . . . O kadar çok insan öldü ki herkes dünyanın sonunun geldiğine inanmıştı (Gottfried, 1983:45).
Öte yandan veba, herkesin kendi derdine düştüğü bir ortam yaratmıştır. Yardım edilse iyileşebilecek olan hastalar, gerekli bakımdan yoksun bırakıldıkları için hayatını kaybetmiştir. Ünlü İtalyan yazar ve şair Giovanni Boccaccio, 1353 tarihli Dekameron adlı eserinde gece gündüz demeden insanların durmaksızın öldüğüne ve ölü sayısının arttığına tanıklık eden sağ kalanların kentte daha önce geçerli geleneklerle çelişen davranışlar benimsediğini yazmıştır (Çev: R.Teksoy, 1996:30). Oldukça bulaşıcı bir hastalık olmasından ötürü hastalığı kapma ve ölüm korkusuyla insanlar sevdiklerini, ailelerini, yakınlarını terk etmiş ve yasa koyucular, tüccarlar, hekimler ve rahipler vebanın vurmadığı şehirlere kaçmışlardır. Boccaccio şöyle devam eder:
Herkes birbirinden kaçıyor, komşu komşuya sırt çeviriyordu. Akrabalar görüşmüyor, birbirlerinden uzak duruyorlardı. Salgın, erkeklerin, kadınların yüreklerine öyle bir korku salmıştı ki, erkek kardeş erkek kardeşten, amca yeğenden, kız kardeş erkek kardeşten, dahası koca karısından kaçar olmuştu. En önemlisi, belki inanmayacaksınız, analar babalar çocukları sanki kendilerinin değilmiş gibi davranıyor, onları görmeye gitmiyor, yardım ellerini uzatmıyorlardı (Türkçeye çeviren; R. Teksoy, 1996:.30).
Ruhban sınıfı da vebanın yıkıcı etkisinden kaçamamıştır. Dönemin kilise kayıtlarına göre vebanın vurduğu 1348-50 yıllarında toprak sahibi ruhban sınıfının yarıdan fazlası yaşamını yitirmiştir (Campbell, 1966:133). Hayatta kalanların çoğu ise şehri terk etmiştir. Öyle ki “yargıçlar ve noter memurları ölmekte olan kişinin vasiyetlerini kaydetmeyi reddetmiş, rahipler günah çıkarmaya bile gelmemiştir (Tuchman, 1978:96).
“Ölüm fikrinin 15. yüzyıldaki kadar güçlü ve ara vermeksizin tüm nüfusu etkisi altına aldığı başka hiçbir dönem yoktur” (Huizinga, 1996:156). Ölümün kitlesel boyuta ulaşması ve insanların baktıkları her yerde ölümü görmesi, kaçınılmaz şekilde insan hayatının pamuk ipliğine bağlı olduğu ve ölümün sıradanlığı düşüncesinin yerleşmesine yol açmıştır. Öte yandan yüzyıllardır Tanrı’nın himayesini vadeden Kiliseye olan güven, vebanın gölgesi altında yerini şüphe ve belirsizliğe bırakmıştır (aktaran; Verhey, 2011:81). Ölümle bu denli yakından yüz yüze kalan Ortaçağ insanının değer yargıları ve inançları derinden sarsılmıştır. Ölüm fikrinin saplantı haline geldiği 15. yüzyılda insanlar sadece kendileri için kaygılanır hale gelmiştir. “Sevdiklerini kaybetmenin üzüntüsünü yaşamak yerine, kendi ölümlerinin yaklaşmakta olmasına kederlenmişlerdir. Ölüme bir teselli, acıların sona ermesine ebedi istirahat veya bu dünyadaki görevin son bulması olarak bakılmamıştır” (Huizinga, 1996:170-71).
Herkesin ölümle kendi kendine yüzleştiği ve yalnız başına öldüğü bu atmosfer, ölüm anlayışında teolojik bir değişimi beraberinde getirmiştir. Erken Ortaçağ’da, dünyanın sonu geldiğinde mahşer günü insanlığın toplu şekilde yargılanacağı inancı hakimken, 15. yüzyılla birlikte “kişinin kendi ölümü” dönemi başlamış ve insanların öldükten hemen sonra bireysel olarak yargılanacağına inanılmıştır. Bireysel yargılama mahşer gününde değil, hasta odasında, ölüm döşeğinde yapılacaktır (Dekkers, 1996:11). Dolayısıyla kişinin kendi ölümü ve yargılanması, hazırlık gerektiren mesele haline gelmiştir.
Vebanın yarattığı ortamın rahipler sınıfını etkilemesi ve ölmekte olan kişinin günahlarını dinleyecek ve cenaze töreni gerçekleştirecek rahip sayısının ciddi ölçüde azalması sonucu, Hristiyanların rahip yokluğunda ölüme hazırlanabilecekleri bir mekanizmaya ihtiyaç doğmuştur. Bu gereksinimi karşılamak adına ortaya çıkan Ars Moriendi, Hristiyanlara kurtuluşa giden yolda rehberlik etmeyi ve iyi ölme yollarını göstermeyi amaçlamıştır. Bir nevi kılavuz görevi gören bu kitaplarda, ölmekte olan insanlara, onları “iyi bir ölüme” ve kurtuluşa götürecek dualar, eylemler ve davranışlarla ilgili bilgiler verilir (Dugdale, 2005:7). Ölmekte olan imanlı ve dindar kimseyi ölüm korkusuyla yüzleştirmeyi ve bu korkunun üstesinden gelmesini sağlamayı amaçlar (Verhey, 2011:81).
ARS MORIENDI
Latincede ölme sanatı anlamına gelen Ars Moriendi, Ortaçağ yazınının önemli bir alt türüdür ve ölüm döşeğinde olan hastaya iyi ölmek için yapması gerekenler hakkında dini nasihatler vermeyi ve ölüm anına hazırlık konusunda hem hastaya hem de onun refakatçilerine rehberlik etmeyi amaçlamıştır. Vebanın, kıtlığın, savaşın, dolayısıyla da ölümün hüküm sürdüğü 15. yüzyılda yazılmış bu metinlerin orijinal dili Latincedir fakat kısa sürede pek çok Avrupa diline tercüme edilerek hızla Avrupa’ya yayılmıştır (Campbell, 1995:1). “Latince ve diğer Avrupa dillerinde yazılmış en az üç yüz adet el yazması Ars Moriendi mevcuttur. Ağaç baskı ve hareketli harflerle baskı teknikleri kullanılarak edisyonlar, 1500 yılından önce yüzden fazla kez basılmıştır” (Verhey, 2011:87). Ars Moriendi yazınının popülaritesi Ortaçağ ile sınırlı kalmamıştır. “Veba salgını sonraki yüzyıllarda da etkisini sürdürmeye devam ettikçe, Ars Moriendi yazını başka şekillerde yeniden uyarlanmış, değiştirilmiş ve düzenlenmiştir” (Dugdale, 2015:6).
15. yüzyıl Avrupa'sının önde gelen din otoritesi olan Katolik Kilisesi, çoğunluğu cahil ve okuma-yazma bilmeyen halka dini eğitim vermek amacıyla bir program başlatmıştır. Bu kapsamda Constance Konsili tarafından iyi ölme sanatını konu alan dini eserler yazılmaya başlanmıştır. Kaynaklarda, orijinal metnin büyük bir bölümünde, Paris Üniversitesi’nde rektörlük yapan Fransız teolog Jean Gerson’un Opus Tripartitum (1408 dolayları) adlı eserinin kaynak olarak kullanıldığı yazmaktadır (bkz. Cust, 1898:9; Eire, 1983:21). Fakat O’Connor’a göre (aktaran; Verhey, 2011:86), erken 15. yüzyıla ait Tractatis Artis Bene Moriendi adlı anonim bir dini metin, yazılmış ilk Ars Moriendi metnidir.
Ars Moriendi’nin iki farklı versiyonu mevcuttur. İlki, ölürken okunması gereken duaların ve uygulanması gereken dini usullerin belirtildiği altı bölümden oluşan uzun versiyondur. Ars Moriendi yazınının günümüze kadar ulaşmayı başarmış el yazmalarının ve basılı edisyonlarının büyük bir çoğunluğunu bu uzun versiyon oluşturmaktadır (Eire, 1983:21). İkinci versiyon ise ölmekte olan kimsenin iyi bir ölüme kavuşmadan evvel onu yoldan çıkaran günahlarla verdiği mücadeleyi anlatan kısa ve resimli kitaptır. Bu kısa versiyon, daha eski olan uzun versiyonun ikinci bölümünü uyarlayan ve resimleyen bir özet niteliğinde olmakla birlikte sanatsal özgünlüğüyle de dikkat çeker (O'Connor, 1966:14-15).
UZUN VE KISA VERSİYON
Daha önce de bahsedildiği üzere, Ars Moriendi’nin iki farklı versiyonu mevcuttur. Her ikisinin de kim tarafından yazıldığı bilinmemekle birlikte, Katolik ruhban sınıfı üyeleri tarafından yazıldığı tahmin edilmekte ve zamanın önde gelen teoloğu Jean Gerson’un Opus Tripartitum adlı eserinin kaynak olarak kullanıldığı bilinmektedir (Campbell, 1995:4; Dugdale, 2010:23). Tractatus Artis Bene Moriendi veya Speculum Artis Bene Moriendi olarak bilinen 1415 tarihli uzun versiyon yalnızca Latince metinlerden oluşur ve altı bölüme ayrılmıştır (Campbell, 1995:2). İlk bölümde önemli Hristiyan otoritelerinin ölüme ilişkin sözlerinden alıntılara yer verilmiştir. Bu alıntılarda ölümün hayırlı bir şey olduğu ve ölmekte olan kişinin ölümden korkmaması gerektiğine vurgu yapılır. İkinci bölümde ölüm döşeğindeki insanın etrafını kuşatan beş günah (imansızlık, ümitsizlik, tahammülsüzlük, kibir ve tamahkarlık) açıklanmış ve kişiye şeytanın oyununa gelmemesi için yapması gerekenlerle ilgili nasihatler verilmiştir. Üçüncü bölümde kurtuluşa erişebilmek için doğru bir şekilde cevaplanması gereken yedi soru sıralanırken, dördüncü bölümde İsa’nın hayatını örnek almanın ve onun gibi yaşamanın gerekliliği vurgulanmıştır. Beşinci bölümde ölmekte olan kişinin refakatçilerine nasihatler verilmiş ve altıncı ve son bölümde ölüm anında orada olan aile ve yakınların okuması gereken dualar sıralanmıştır. Ölme sanatı yazınında ortaya konan sonraki eserler her zaman bu sırayı takip etmemiştir ancak çoğunlukla benzer konuları ele almıştır (Verhey, 2011:87).
Uzun versiyonun üçte biri uzunluğunda özet niteliği taşıyan kısa versiyon, metinlere eşlik eden ağaç baskılarla birlikte daha düzenli bir formata sahiptir (Campbell, 1995:2). Bu versiyonun basımında ağırlıklı olarak, metin ve görsellerin tek bir ağaç kalıba oyulup basıldığı kalıp baskı tekniği (wood-block) kullanılmıştır. Hareketli harf tekniğiyle basılmış edisyonlar da mevcuttur fakat günümüze ulaşan kısa Latince Ars Moriendilerin tamamı kalıp baskı kitaplardır. Metnin ve metne karşılık gelen görselin yan yana olması kitabın anlaşılabilir olmasına katkı sağlamıştır. Böylelikle sadece yazıdan oluşan uzun versiyon, kısa, resimli ve anlaşılır bir formatta yeniden yorumlanarak daha geniş bir kitleye ulaşmıştır (Verhey, 2011:87).
British Library’de bulunan Weigel kopyası, Ars Moriendi’nin bilinen en eski kalıp baskı kitap edisyonudur ve 1450 dolaylarına tarihlendirilmektedir (Wilson-Wilson, 1985:98). British Museum’un 1872 yılında kütüphane arşivine kazandırdığı bu edisyonun dili Latince’dir ve daha sonradan Fransızca, Flemenkçe ve Almanca dillerinde basılmış kopyaları olduğu bilinmektedir (Cust, 1898:13; Wilson-Wilson, 1985:98). Bu edisyonun basımında on üç adet ağaç kalıp kullanılmış ve aynı kalıplardan, yirmi tane kalıp baskı kitap edisyonu basılmıştır.
Ars Moriendi’nin kısa versiyonu, ağaç baskı ve kalıp baskı tekniklerinin tarihi bakımından özel bir yere sahiptir (Wilson-Wilson, 1985:98). Ars Moriendi’deki ağaç baskılar, dönemin diğer kalıp baskı kitaplarında (örneğin Biblia Pauperum, Apocalypse) yer alan ağaç baskılarla kıyaslandığında, daha karmaşık ve detaylı kompozisyonları ve resimsel anlatım tarzı bakımından ön plana çıkmaktadır. Ağaç baskıların kompozisyonları ve temaları incelendiğinde, Master E. S.’nin 1440 dolaylarında ürettiği 11 gravürlük bir serisiyle arasındaki benzerlik dikkat çeker (Cust, 1898:11). Tam adı bilinmediği için gravürlerindeki baş harfleriyle anılan Master E. S., 1420-1468 dolaylarında yaşamış Alman gravür sanatçısı ve kuyumcudur. Bugün Oxford’daki Ashmolean Museum’da yer alan Master E. S.’nin bu serisinin, iyi ölme sanatı temasının popülerliği nedeniyle dönemin gravür sanatçıları tarafından kopyalandığını vurgulayan Cust, Ars Moriendi kalıp kitaplarındaki ağaç baskıların da bu seriden kopyalandığını ifade eder (1898:11-14). Master E. S.’nin serisindeki 9.5 x 7.2 cm’lik gravürleri, Ars Moriendi kitabında ağaç baskı tekniğine uyarlanmıştır.
Yukarıdaki karşılaştırmada da (Resim 3 ve 4) görüldüğü üzere, Master E. S.’nin gravür serisindeki kompozisyonlar, figürler ve temalar, Ars Moriendi kitabındaki ağaç baskılarda olduğu gibi kopyalanmıştır. İki baskıresim tekniğinin arasındaki farklardan dolayı gravürdeki tonal çözümleme, ağaç baskıda yerini çizgisel çözümlemeye bırakmıştır. Ars Moriendi’deki ağaç baskılarda perspektifle ilgili hataların düzeltildiği de dikkat çeker (Wilson-Wilson, 1985:98). Ayrıca Master E. S.’nin gravür boyutlarına göre tasarladığı kalabalık ve sıkışık kompozisyonları, daha büyük boyutlu ağaç baskılara uyarlandığı zaman boş alanlar ortaya çıkmıştır. Ars Moriendi kitabında ise bu alanların parşömen içindeki süslü yazılarla doldurulduğunu görmekteyiz.
Kısa versiyon, uzun versiyondaki ikinci bölümü konu alır ve iki sayfalık giriş bölümüyle birlikte toplamda on üç sayfa metinden ve on bir sayfa ağaç baskı görsellerden oluşur. Burada, iblislerin ve meleklerin ölmekte olan kişinin ruhu için verdikleri mücadele anlatılmaktadır. İblisler, ölüm döşeğindeki Hristiyan'ı baştan çıkarmaya çalışarak onu beş günaha davet etmeye çalışırken, melekler de onun bu günahları işlememesine yardımcı olur (Eire, 1983:21).
Kitapta beş günah ve beş meziyet, metin ve ağaç baskılarla karşılaştırmalı olarak aktarılır: imansızlığa karşı iman, ümitsizliğe karşı ümit, tahammülsüzlüğe karşı sevgi, kibre karşı alçakgönüllülük ve tamahkarlığa karşı tokgözlülük. On birinci ve son ağaç baskıda ise ölüm anı tasvir edilmiş ve tüm bu günahlara karşı elde edilmiş bir zafer ile iyi bir ölüm örneği sahnelenmiştir.
Kiliseye göre, insan yaşarken korkunç ve sinsi bir iblisler ordusuyla kuşatılmıştır ve bu iblisler özellikle hastalık, ıstırap, ölüm gibi durumlarda insanı yoldan çıkarmaya çalışıp günah işlemeye davet ederler (Cust, 1898:9). Bu tasviri, Ars Moriendi’deki günah sahnelerinde de görmekteyiz: şeytani yaratıklar ölüm döşeğindeki adamın etrafını sarmış, onu son nefesini bir günahkar olarak vermeye zorlarlar. Örneğin, kitaptaki birinci günah olan ‘imansızlık’ta, şeytan insanın yaşamı boyunca inandığı şeyin hiçbir anlam ifade etmediğini söyleyerek Tanrı’ya olan inancını sorgulatmaya çalışır. İkinci günah ‘ümitsizlik’te (Resim 6), sancılar içindeki hasta adamın etrafını kuşatmış olan şeytan, itiraf etmediği günahlarını adama hatırlatarak acısını daha da artırır ve böylece Tanrı’nın onu rahmetinden mahrum bırakacağına inandırmaya çalışır ve onu ümitsizliğe sürükler. Üçüncü günah olan ‘tahammülsüzlük’te, Tanrı sevgisi hoşgörü ve sabır gerektirdiği için, şeytan hasta adama çektiği acıları hatırlatır ve hayatı boyunca işlemiş olduğu günahların cezasının bile bu denli bir ıstırabı gerektirmediği söyler. Dördüncü günah ‘kibir’de (Resim 8), şeytan şimdiye kadar karşısına çıkardığı üç günahı işlemeyen insana övgüler yağdırır. İmanının, Tanrı’nın merhametine olan inancının ve sabrının ne kadar güçlü olduğunu vurgulayarak cenneti herkesten çok hak ettiğini söyler ve hasta adamın kendisi için hazırlanmış tacı kabul etmesini ister. Beşinci ve son günah olan ‘tamahkârlık'ta ise şeytan, hasta adama tüm yaşamı boyunca alın teri dökerek bin bir çabayla sahip olduğu dünyevi ve geçici şeyleri hatırlatır. Ars Moriendi’de her günahtan sonra meleklerin o günaha dair öğütlerine yer verilir ve hasta adam şeytanın kışkırtmalarına karşı uyarılır (örneğin Resim 7 ve 9).
Kitabın son sayfalarında ölüm döşeğindeki kişinin ve refakatçilerinin okuması gereken dualara yer verilmiş ve 11. son ağaç baskıda ölümün ardından ruhun meleğe teslim edildiği bir sahne tasvir edilmiştir. Dolayısıyla Ars Moriendi, şeytanın tuzaklarına düşmeyerek kurtuluşa erişmiş bir dindarın tasviriyle sona erer. Ölü adamın etrafını sarmış iblislerin taşıdığı parşömenlerde şeytanın bu ruhu yoldan çıkarmayı başaramayarak bu savaşı kaybettiği yazmaktadır. Ruhunu bir çocuk olarak meleğe teslim eden adamın kurtuluşa erişmesi, arkadaki çarmıha gerilmiş İsa figürüyle vurgulanmış ve böylece ‘iyi bir ölüm’ tasviri yapılmıştır.
SONUÇ
14. yüzyılın ikinci döneminden başlayarak Avrupa’yı etkisi altına almış veba salgını, sonraki yüzyıllarda aralıklarla etkisini sürdürmeye devam etmiş ve bu salgının yıkıcılığı karşısında özellikle 15. yüzyıldan başlayarak toplumsal normlarda, Kilise otoritesinde, ahlaki değerlerde değişimler yaşanmaya başlanmıştır. Salgının ölümden başka bir şey getirmemiş olması, insanların ölüme olan bakış açısında da değişime yol açmıştır. Herkesin kendi hayatının derdine düştüğü ve kendi ölümünü düşündüğü bu ortamda ‘kişinin kendi ölümü’ düşüncesi hakim olmaya başlamıştır. Böyle bir dönemde ortaya çıkan Ars Moriendi yazını, ölüm döşeğindeki kişiye iyi bir Hristiyan olarak ölmek için yapması gerekenleri anlatan ve dini nasihatler veren kılavuz kitapları olarak, kuşkusuz Avrupa genelinde popülerlik kazanmış ve Ortaçağ Hristiyan yazınının en çok satan kitapları arasında yer almıştır.
Kısa ve uzun versiyon olmak üzere iki formatta yazılmış/basılmış olan Ars Moriendi’nin özellikle kısa versiyonu, hem basımında kullanılan teknik bakımından hem de içindeki ağaç baskı görseller bakımından özellikle baskıresmin Avrupa’daki tarihi açısından önemli bir yere sahiptir. Yazı ve resimlerin aynı kalıba oyularak basıldığı kalıp baskı tekniğiyle basılmış kısa versiyonda yer alan ağaç baskılar, sanatsal niteliği ve kompozisyonlarıyla dönemin diğer kalıp baskı kitaplarından ayrılmaktadır. Ars Moriendi’de metinlere eşlik eden ağaç baskılar sayesinde, iyi ölme sanatı çoğunluğu okuma-yazma bilmeyen Ortaçağ insanı tarafından dahi anlaşılabilmiştir.
Bu makale 2018 yılında Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi'nin 40. sayısında yayımlanmıştır (Balamber, B . "On Beşinci Yüzyılda iyi Ölme Sanatı: Ars Moriendi". Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, (40): 117-133).
KAYNAKÇA
Alchon, S. A. (2003). A Pest in the Land: New World Epidemics in a Global Perspective, Albuquerque: University of New Mexico Press.
Aldis, H. G. (1941). The Printed Book (2. bs.). Cambridge: Cambridge University Press.
Boccaccio, G. (1996). Dekameron, 1.cilt (Çev. Rekin Teksoy). İstanbul: Oğlak Yayıncılık (1353).
Campbell, A. M. (1966). The Black Death and Men of Learning. New York: AMS Press.
Campbell, J. (1995). The Ars Moriendi: An Examination, Translation and Collation of the Manuscripts of the Shorter Latin Version (Yüksek Lisans Tezi). Ottowa: University of Ottawa.
Cohen, M. (1977). “The Novel in Woodcuts: A Handbook”. Journal of Modern Literature, 6 (2), 171-195.
Cust, L. (1898). The Master E. S. and the Ars Moriendi. Oxford: Clarendon Press.
Dekkers, W. (1996). “Neye ‘Ölüm’ Deriz?: Batı Kültüründe Yaşamın Sonu Hakkında Bazı Düşünceler”. 3P Dergisi, 4 (Ek.3). 9-16.
Dugdale, L. S. (2010). “The Art of Dying Well”. Hastings Center Report, 40 (6), 22-24.
Dugdale, L. S. (2015). “Dying, a Lost Art”. L. S. Dugdale (Ed.). Dying in the Twenty-First Century: Toward a New Ethical Framework for the Art of Dying Well (s.3-18). Massachusetts: MIT Press.
Eire, C. M. N. (1983). “Ars Moriendi”. G. S. Wakefield (Ed.). The Westminster Dictionary of Christian Spirituality (s.21-22). Philadelphia: The Westminster Press.
Febvre L. ve Martin H. J. (1997). The Coming of the Book: The Impact of Printing 1450-1800. (Çev. David Gerard). Londra: Verso Classics. (1958)
Gottfried, R. S. (1983). The Black Death: Natural and Human Disaster in Medieval Europe. New York: The Free Press.
Hind, A. M. (1963). An Introduction to a History of Woodcut, New York: Dover Publications.
Huizinga, J. (1996). The Autumn of the Middle Ages. (Çev. Rodney J.Payton ve Ulrich Mammitzsch). Chicago: University of Chicago Press. (1921).
O'Connor, M. C. (1966). The Arts of Dying Well: The Development of the Ars Moriendi. New York: AMS Press.
Tuchman, B. W. (1978). A Distant Morror, New York: Ballantine Books.
Verhey, A. (2011). The Christian Art of Dying: Learning from Jesus. Cambridge: William B. Eerdmans Publishing Company.